28 Ocak 2011 Cuma

YERMÜK [YARMUK] SAVAŞI (M.S. 636)

    
     Hz. Muhammed döneminde İslam dininin hızla yayılmasıyla birlikte müslümanlar bu dini farklı coğrafyalara taşıyabilmek için planlı bir fetih siyaseti güttüler. Farklı kabile ve aşiretlerin birleşmesiyle oluşan İslam orduları Arap Yarımadası dışına çıkarak Bizans İmparatorluğu sınırlarındaki Suriye'ye kadar ilerlediler. Aynı dönemde Bizans ve Pers İmparatorluklarının uzun dönemli bir savaştan çıkmış olmaları bu iki devletin önemli ölçüde güç kaybetmelerini de beraberinde getiriyordu. Ayrıca Bizans İmparatorluğu içindeki mezhep kavgaları kendi açılarından diğer önemli bir handikaptı.


Yermük Savaşı Öncesinde Dönemin Coğrafi Yapısı...




     Böyle bir ortamda müslümanlar Suriye üzerine saldırı başlattılar. Suriye içlerindeki yerel halkın da desteğiyle Suriye topraklarının bir bölümü ele geçirildi ve Şam civarındaki Roma garnizonları kuşatıldı. Olayları haber alan Bizanslılar müslümanların saldırılarını bertaraf etmek amacıyla Antakya'da büyük bir ordu toplayarak Şam üzerine sefer hazırlıklarını tamamladılar. Müslümanların büyük bir Bizans gücünün Şam üzerine yürümekte olduğunu haber alması çok uzun sürmedi. Başlangıçta Amr Bin As, Ebu Süfyan, Ebu Ubeyde Bin Cerrah ve Şurabbil Bin Hasane Suriye'nin fethi için müstakil kuvvetler biçiminde görevlendirilmişti. Bizans kuvvetlerinin 200 000 kişilik bir güce ulaştığı görülünce Halid Bin Velid de Suriye'deki İslam ordularına katılması için emir aldı.


     Bölgeye intikal eden Halid Bin Velid, İslam ordularının dört ayrı birim olarak savaşmasının getireceği dezavantajları sezince diğer komutanlar ile görüşerek ordunun gücünün dağıtılmaması gerektiğini, düşmanın sayıca ezici bir üstünlüğe sahip olması nedeniyle İslam ordularının yek vücud bir biçimde savaşmasının daha münasip düşeceğini belirtti. Halid Bin Velid'in askeri öngörü ve yeteneklerini gayet iyi bilen diğer komutanlar onun planlaması dahilinde cenk etme konusunda fikir birliğine vardılar.



İslam Ordularının Arap Yarımadası Dışına Çıkarak Suriye Önlerine Kadar Gelmeleri...







     Halid Bin Velid savaşta avantajlı bir pozisyon sağlayabilmek için ordusuna Şam'dan çekilmelerini ve Golan tepheleri civarındaki Yermük Nehri boyunca mevzi almalarını emretti. Ayrıca dağınık biçimde bulunan diğer Arap birliklerine Yermük'te toplanmalarını işaret etti. Halid Bin Velid'in emrindeki askerlerle beraber İslam ordularının sayısı 40 000'i geçiyordu.


     İslam ordularının belkemiğini Bedeviler oluşturmaktaydı. Bedeviler at ve deve üzerinde seyahat eden mobilize kimselerdi. Ordunun süvari kesmi özellikle atlı okçu sınıfındaki askerlerdi. Bizans süvarileri gibi ağır zırhlı ve mızraklı askerlere benzememekle birlikte, onlardan çok daha hareketliydiler. Piyade sınıfı düşman ordusunun saflarını bozabildiği takdirde etkinlikleri artmaktaydı. Aşiret lidelerinin emri altında küçük gruplar halinde savaşmaları en önemli özellikleriydi. Binekli oldukları kadar yaya olarak da savaşabilmekteydiler ve Avrupalı atlı süvarilerin aksine yaya olarak savaşmaktan gocunmuyorlardı.


     Müslümanlar çöllerdeki bazı lojistik sıkıntılardan ötürü genelde 5000 - 12 000 askeri barındıran güçteki ordularla muharebe ederken Yermük'te Bizans ordularının devasa boyutu karşısında bazı kalıpların aşılması gerekiyordu. Bu sefer ordu 40 000 civarındaki bir mevcutla Suriye önlerinde toplanılmıştı ve askerlere et-süt sağlayan sürülerle ilgilenmek, yaralılara bakmak ve hatta kimi zamanlarda muharebelere katılmak için kadınlar ve çocuklar da orduya eşlik ediyordu.



İslam Ordularının Savaş Unsurları...










     Bizans ordusu ise eski Roma tipi örgütlenmelerden farklı bir yapılanma içerisine girmişti. Ordu artık paralı askerlerden ve nüfuzlu kimselerden ziyade ekseriyetle eğitimli piyade ve süvarilerden meydana geliyordu. 300 veya 400 kişiden oluşan bir ana birim bir kont tarafından idare edilmekteydi. Piyadeler genellikle hafif zırhlı okçulardan mürekkepti. Süvariler ise metal miğfer ile birlikte zırhlı elbiseler giyer, kılıç taşırlardı. Hem yey hem de mızrak kullanırlardı. Büyük müfrezeler halinde manevra yapabilme kabiliyetine de sahiptiler.


     Buna ilaveten Bizans ordusu thema denilen birimlere ayrılmıştı. Themalardaki asker sayısı 2000 ila 18 000 arasında değişiyordu. Her bir themanın komutanına strategus denirdi. Themalara ek olarak tagmata adı verilen bir dizi birlik de bulunuyordu. Themalar imparatorluğun sınır bölgelerini koruyacak bir savunma gücü olarak düşünülürken, çoğunlukla süvarilerden oluşan tagmatalar ise saldırı düzenleyebilecek ya da gerektiğinde themaları destekleyebilecek bir güç olarak kabul edildi. Ayrıca hem themalarda hem de tagmatalarda müfettişler, levazım subayları, keşifçiler ve doktorlar yer alırdı.


     Bizans ordularının bir başka önemli özelliği de güçlü idari yapılarıydı. Ordunun eğitimini ve ordu içerisindeki yapılanmayı düzenleyen çok sayıda talimname bulunuyordu. Günümüze kadar ulaşan bu talimnameler savaşlarda her ihtimale karşı uygulanabilecek ayrıntılı talimatları barındırıyordu. Bilhassa Arap gayrınizami birliklerine karşı geliştirilen esnek taktikler bu talimatnameler içerisinde önemli yer tutmaktaydı.



Bizans Ordularının Savaş Unsurları...

(Soldan sağa; zırhlı süvari - asilzade kumandan - zırhlı piyade)





Gassani (Hıristiyan Arap) Askerleri

(Gassaniler Suriye civarlarında hüküm sürmüş, Yemen kökenli bir Hıristiyan Arap hanedanlığıydı. Bizans'a bağlıydılar ve savaşlarda onlara asker yardımında bulunurlardı.)





     Sasani ve Berberi Savaşçılar

(Bizans ordusu içerisinde Sasani ve Berberi askerler de mevcuttu. İllustrasyonda Sasani okçu süvarisi ile Berberi piyadesi görülmekte.)





     Suriye üzerine sefere çıkan Bizans ordusu Theodorus Trithyrius tarafından yönetilmekteydi. Bizans ordusu birbirinden göreli olarak bağımsız savaşan büyük üniteler şeklinde konuşlandırılmışken, Arap ordusu da benzer bir yapıya sahip olmakla birlikte her birimin başında bulunan komutan doğrudan Halid Bin Velid'in emir komutası altındaydı. Halid Bin Velid o güne değin pek görülmemiş biçimde ordusunu her biri 1000'er kişiden oluşan 38 bölüğe ayırdı ve merkezde 18, sağ ile son cenahlarda ise 10'ar bölük bıraktı. Merkez bölüğü Ebu Ubeyde Bin Cerrah, sağ kanadı Amr Bin As ve Şurahbil Bin Hasane, sol kanadı da Ebu Süfyan idare ediyordu.


     Arap atlıları intikal halinde olan Bizanslıları Golan Tepeleri'ne gelinceye kadar yol üzerinde sıkça taciz ettiler. Golan dağlık ve derin vadilerin bulunduğu, süvari harekatına fazla uygun olmayan bir coğrafyaydı. Bu nedenle ana Arap birimleri Yermuk Nehri'nin güney kıyıları boyunca mevzilenmeyi tercih ettiler. Bizanslılar ise nehrin kuzey kıyılarında mevzi aldılar ve bu iki ordu haftalarca mevzilerinde beklediler.



     Milattan sonra 636 yılının Ağustos ayına gelindiğinde İslam ordusu piyadeleri Bizans mevzilerine karşı saldırılarını sıklaştırdılar. Daha ziyade baskın tarzında gelişen bu saldırılarda amaç Bizanslıları provake ederek İslam ordularının üzerine çekmekti. Böylelikle İslam ordusu askerlerini kovalamaya çalışacak olan Bizanslılar daha önceden belirlenen yerlerde pusuya düşüreleceklerdi.


     Ufak çaplı olarak devam eden çatışmalar 16 Ağustos 636 günü Bizans ordusu askerlerinin İslam ordularının isteyeceği türden bir saldırı düzenlemesiyle ivme kazandı. İslam ordularını şafak sökmeden yakalamak isteyen Bizanslıların saldırısı Halid Bin Velid'in önceden nöbette tuttuğu gözcüler tarafından haber edildi. Geçen süreçte İslam ordularını sağ kanadı büyük darbe aldı ve hatta bozulmaya başladı. Fakat ordu içerisindeki kadın ve çocukların bile taş ve sapanlarla karşı koymasının askerleri cesaretlendirmesi ve Halid Bin Velid'in süvarilerle sağ kanada yardıma gelmesiyle Bizans saldırısı püskürtüldü.



İslam Orduları İçerisindeki Kadın ve Çocukların Bizans Kuvvetlerine Direnmesini Anlatan Bir İllustrasyon...





     Fiilen 15 Ağustos'ta başlayan savaş 19 Ağustos'a değin tarafların başarısız akınlarıyla sürdü. Sayıca üstün haldeki Bizanslılar karşılıklı çarpışmalar sonucunda İslam ordularının kaybettiği askerleri göz önünde bulundurarak bir barış görüşmesi önerdiler. Orduda savaşan insan sayısı giderek azalan müslümanların bu öneriyi kabul edeceklerini düşünüyorlardı. Ancak bu hareket bir anlamda Bizans ordusunun da savaşmaya gönüllü olmadığını da gösteriyordu. Askeri anlamda olduğu kadar siyasi anlamda da oldukça yetenekli bir komutan olan Halid Bin Velid bu niyeti anlayarak süvarilerini büyük bir saldırı başlatmak amacıyla topladı. Buna göre; İslam ordusu süvari birimleri Bizans süvarilerinin üzerine taarruz edecek, onları etkisiz hale getirdikten sonra destekten yoksun hale gelen Bizans piyadelerine karşı İslam ordusu piyadeleri ile bir kuşatma harekatı düzenleneyecekti.



Yermük Savaşı Savaş Alanı...

2. Gün

(Mavi renkle gösterilen kuvvetler İslam ordularını, kırmızı renkle gösterilen kuvvetler ise Bizans ordularını temsil etmektedir.)






4. Gün








6. Gün







     Halid Bin Velid bu düşüncesini 19 Ağustos gece yarısında uygulamaya karar verdi. Müslüman süvariler önce Bizans sol kanadına taarruz başlattı. İslam ordularının taarruzu sonucu Bizans sol kanadı dağılmaya başladı. Bu saldırıyı başlatırken Bizans ağır süvarisinin de yardıma geleceğini tahmin eden Halid Bin Velid, kendi süvarilerinin çabukluğunu kullanarak Bizans süvarisini önde karşıladı ve geri püskürttü. Bu esnada İslam orduları piyade unsurları mevzi aldıkları tepelerden akın akın inerek Bizans ordularını şaşkına çevirdiler. Aynı anlarda güneyden esmeye başlayan şiddetli rüzgarın oluşturduğu kum fırtınası Bizans atlılarının direncini kırmada yararlı oldu. Merkezden ve kanatlardan üst üste darbe yiyen Bizans askerleri kuşatıldılar ve geri çekilmeye başladı. Bir kısmı atlı ve develi Müslümanlar tarafından etkisiz hale getirilirken bir kısmı da bölgenin derin vadilerinin içinde kayboldu. Bizans başkumandanı Theodorus Trithyrius da savaş alanında ölenler arasındaydı.


     İslam ordularının zaferi sonucunda Bizans orduları teslim oldular. Halid Bin Velid muzaffer bir komutan olarak Şam'a girdi. Bu savaş Müslüman Arapların yerleşik imparatorluklara ve krallıklara karşı kazandığı  ilk büyük zaferdir. Bizanslıları devre dışında bırakan Araplar önce bölgenin zayıf durumdaki diğer devleti Sasanileri Kadısiye'de mağlup ederek İran'ın fethini kolaylaştırdılar. Akabinde başka bir İslam ordusu Mısır'a doğru ilerleyerek Berberi'leri İslamiyet ile tanıştırdı. Böylelikle Mısır'daki İslam etkisi hızla yayıldı. Kuzey Afrika'da başlayan etki ve fütuhat ise İslam dininin İspanya üzerinden Avrupa topraklarıyla tanışmasının önünü açacaktı. 



Yermük Savaş Alanı: Günümüzdeki Görünüm...







    









YARARLANILAN KAYNAKLAR:


* Christon I. Archer - John R. Ferris vd., Dünya Savaş Tarihi, (Çev.) Cem Demirkan, Tümzamanlar Yayıncılık, 2006, (s. 117 - 129)

* David Nicolle, Yarmuk 636 AD: The Muslim Conquest of Syria, Osprey Publishing, 1994.

* David Nicolle - Angus McBride, Romano / Byzantine Armies 4th - 9th Centuries, Osprey Publishing, 1992.

* David Nicolle - Angus McBride, The Armies of Islam 7th - 11th Centuries, Osprey Publishing, 1995.

* William Weir, Dünyayı Değiştiren 50 Savaş, (Çev.) Emine Demirtaş - Mehmet Usta, Etkileşim Yayınları, 2009, (s. 167 - 171)



  

16 Ocak 2011 Pazar

SAVAŞLARI DEĞİŞTİREN 50 SİLAH / KILIÇ

    

     En kısa şekliyle "savunmak ya da saldırmak amacıyla kullanılan araç" olarak tanımlanan silah olgusu tarih boyunca insanoğlunun yaşamını şekillendiren en önemli etkenlerden biri olmuştur. Bazıları insanoğlunun gündelik yaşamına müspet etki sağlaması amacıyla icat edilmişken (Ör: Mızrağı icat eden kişinin muhtemelen bu aleti besin kaynağı olan hayvanları avlamak veya vahşi hayvanlardan korunmak için kullanması, yine baltayı icat eden kişinin bunu rutin gündelik işlerinde fayda sağlayacağını düşünerek yapması vb.) bazıları da daha fazla insanın zarar görmemesi için "caydırıcı" bir işlev görmesi fikriyle ortaya çıkmıştır.

     Zaman geçtikçe yapıları değişen, etkileri artan silahların tarihsel perspektifte toplumlar ve dolayısıyla da savaşlar üzerinde sağladığı dönüşüm bu konumuzun esası olacak. Konuya adını veren başlığı William Weir'in "50 Weapons That Changed Warfare (New Page Books, 2005)" adlı kitabından aldık ve bilgileri büyük ölçekte bu kitabı referans alarak paylaşacağız.

     İlk konumuz "KILIÇ"lar...

     NOT: Farklı bölgelere ait kılıçlar hakkındaki bilgiler internetten derlenmiştir.


KILIÇ

     Kılıç birçok kültürde çok önemli bir yere sahiptir. Japon-Batı-İslam-Hint ve Afrika medeniyetlerinde kılıcın sembolik değeri yüksektir. Örneğin; Afrika'da krallık sembolü olmuşken Rönesans döneminde Avrupa'da centilmenlik alameti olarak görülmüştür. Zaten bu mahiyetinden ötürü Sanayi Çağı'na değin aşırı pahalı bir silah olarak kalmıştır. Sadece önemli insanlar ve erken zamanlarda yönetici konumundaki kişiler kılıç sahibi olabiliyordu. Tunç Çağı'nda değerli bir maden olarak tunç kullanıldı. Demir Çağı'nda ise kılıcın daha etkili bir silah olabilmesi için işlenmiş demire çelik katılıyordu. Ancak bu uzun bir zaman aldı; zira demiri çelikle harmanlamak ustalık gerekiyordu. Avrupalı ve Hint'li demir ustaları "Model Kaynaklama" yöntemini kullandılar. Bu işlemi katı çeliğin ve yumuşak demirin burmalarını birbirine örerek yaptılar. Aynı zamanda yeteri sertlikte kenarı olan bir bıçak ağzı yapmak ve kılıcın sert bir darbe sırasında kırılmaması amacıyla, yeteri esneklikte olması için kaynak işlemini uyguladılar. Japon demirci ustaları kılıca bu özelliğini verebilmek için demiri odun kömüründe ısıtarak düzleşmesi için dövdüler.  Akabinde katlayıp tekrar kaynatma işlemine tâbi tuttular. Demirci ustaları bahsettiğimiz işlemi kılıç çeliğin 4 000 000 katmanını içerene değin yaptılar. Daha sonra kılıcın ucunu ve kenarını kılıcın diğer kısımlarından daha fazla sert hale getirebilmek için eşsiz bir su verme işlemine giriştiler.



Geçmişte Kullanılan Bazı Kılıç - Kama - Pala ve Hançer Çeşitleri


Gladius - Roma

(Romalıların kullandığı, kısa [60-70 cm. uzunluğunda, 1-1,5 kg ağırlığında] ve iki ağızlı bir kılıçtır. Gladyatörler bu kılıcı kullandıklarından ötürü "Gladyatör" adını almışlardır. Yakın dövüş için çok ideal dizaynı vardır. Uzun kılıçlara göre kullanımı kolay, kısa bir manevra alanı gerektiren, hasma karşı delici ve kesici yaralar açabilen bir kılıçtır.)



Flemberge - Alman

(Cermen kökenli, iki elle kullanılan, uzun [1,80 m. civarı] bir kılıçtır.)




Katana - Japon

(Japon samuraylarıyla özdeşleşen, genellikle çift elle kullanılan, kesmeye ve saplamaya yarayabilen, yapılışında farklı tekniklerin uygulandığı, 60-73 cm. uzunluğundaki eğri bir kılıçtır. Birçok uzmana göre dünyada kullanılan en iyi kılıçtır.

Katanalar bir tek ustanın elinden çıkmazlardı. Kabzaları, kınları, kılıcın kendisi ve bileme işlemleri ayrı ayrı ustaların uzun zaman süren çalışmaların ürünü olarak şekillenmekteydi. Katanalar tek tarafı keskin biçimde yapılmakta [Bir dönem "Muramasa" adında, iki tarafı keskin katanalar yapılsa da, usta kullanıcılar için bile tehlikeli olduğundan kullanımı pek benimsenmemiştir.] ve kullanan için statü bildirmekteydi. Katana kullanıcısı, katanaya sahip olduğunda bunu onurlandırıcı telakki etmekteydi.)






     İnsanlar kılıca çok para ödemeyi göze alabiliyorlardı; çünkü kılıcın bire bir kavgada kullanılan silahlar arasında eşi yoktu. Kılıç hançerden daha uzundu ama manevra yapabilme kabiliyetine göre mızraktan daha kısaydı. Kılıcın kesme, darbeyi bertaraf etme ve saplama özelliği vardı.

     İlk kılıçlar uzun, ince tunç kesicilerdi. Düz, iki kenarlı, dar uçlu bir kesici ağız vardı ve bu kılıçlar saplamaya çok uygundu. Bu Erken Tunç Çağı kesicileriGirit'ten İrlanda'ya kadar her yerde bulunuyordu.

     Kılıç, Miken uygarlığındaki asil sınıf için önemli bir silahtı. Ancak Klasik Çağ'daki Yunanlılara göre kılıç "son şans" olarak görülen bir silahtı. Onlara göre kılıç, mızrak kırıldığında ve mızrağın hedefine ulaşmasının mümkün olmadığı zamanlarda kullanılırdı. Bununlar birlikte Romalılar kılıcı silah donanımlarının ana parçası haline getirmişlerdi. Lejyoner mızrağını düşmana atıyordu ama asker aynı zamanda sağ tarafında taşıdığı kısa bir kılıç olan, Romalıların "Gladius" adını verdikleri kılıca da güveniyordu.



Seyf (Sabre) - Arap

(Eski Arabistan'da kılıçlar düz ve iki ağızlı olsa da, Arap yarımadasında zamanla eğimli ve ağzı küt - çentikli kılıçlar da üretilmiştir.)




Kan Dao ve Jian - Çin

(Çin kılıçlarından "Dao"lar görünüş itibarıyla palaya benzerler. Sapından ucuna doğru genişleyen yapıları ve tek elle kullanılabilir olmaları kullanıcısı için özellikle kesiciliği açısından fazlaca yarar sağlamaktadır. Jian ise tek elle kullanılan, uzunluğu 45 ila 80 cm. arasında değişen, ucu saplama - kesme amacıyla kullanılan bir kılıç şeklidir. Bu nedenle ucu bir anda sivrilmeyip, hafif bir eğimle sonlanmaktadır. İki elle kullanılabilir büyüklükte olanlarının boyu 160 cm. ye ulaşabilmektedir. Ayrıca kabzalarına rakibi şaşırtmak ve bileğe bağlanıp kontrolü arttırabilmek için farklı renklerde püsküller de takılabilmektedir. Aşağıda önce "Dao"yu, sonra da Jian'ı görmektesiniz.)









Claymore - İskoç

(Claymore İskoç kökenli bir kılıçtır.. 33 cm’lik kabzası ve 2,5 kg’lık ağırlığı ile oldukça büyük bir kılıçtır. Ağır olması, iki tarafınında keskin olması kullanan kişinin de, rakibinin de zırh giymesini neredeyse mecbur kılar. Dikeydir. Keskin bir açıyla sonlanan ucu vardır. Balçağı uzun bir demirden oluşur. Bu yüzden baş aşağı tutulduğunda haçı andırır. Tek elle kullanımı oldukça zordur. Ama gerektiğinde tek elle kullanılacak biçimde hazırlanmış olanları da (bastard sword) bulunmaktadır. Ağır olması yüzünden bu kılıçla yapılan dövüşler diğerlerine nazaran uzun olabilmektedir.)



     Yunan ve Roma ordularının başarısı bütün Avrupa'da yakın mesafeden savaşmayı yaygınlaştırdı. Yakın mesafeden savaş arabacıların ve daha sonra Asya steplerindeki atlı okçuların hareket halindeyken ok atmalarından oldukça farklıydı. Zamanla Romalıların "Barbar" adını verdikleri Frank'lardan, Got'lar, Kelt'ler ve Töton şövalyelerine kadar tüm toplumlar kılıçla savaşmayı öncelik haline getirmeye başladı.

     Kılıç yayla savaşan Hun süvarileri için de önemli bir silah haline geldi. Hunlar savaşa başlarken ilk önce oku kullanırlardı. Düşman kuvvetleri zayıf ve demoralize bir hale gelmeye başlayınca kılıç okun yerine geçerdi. Hun'lardan sonra diğer Türk toplumları da kılıç kullanmayı benimsemeye başladı. Bu özellikleri Haçlılar ile savaşmaya başladıklarında kendilerine büyük avantaj sağladı. Ağır zırh giyinmiş Haçlı askerleri için oklar pek sorun olmasa da, kılıca karşı muharebe etmek büyük problem oluyordu.



Şemşir - İran

("Şem" kuyruk veya pençe, "Şir" ise aslan demektir. Dolayısıyla bu kılıcın ismi aslan kuyruğu ya da aslan pençesi anlamına gelir. Kabzadan ağıza eğri bir kılıçtır. Ağzının düz veya eğri olmasından ve bu eğriliğin derecesinden bağımsız olarak, orta veya uzun ağızlı ve bir balçağa sahip tüm kesici silahlar için "şemşir" sözcüğü kullanılmıştır. Eğri kabzalı bir kılıç at üstünde düz bir kılıçtan çok daha etkili olarak kullanılabilir; bu nedenle, zaman içerisinde eğri ağızlı kılıçlar birincil süvari silahı olarak düz namlulu ve iki ağızlı kılıçların yerine geçmiştir. Bu değişim, İran’da özellikle XIII. yüzyıldaki Moğol istilasının ardından belirginlik kazanmıştır.)





Schiavona - Venedik / Hırvat

(Rönesans döneminde Dalmaçya ve İtalya civarlarında popüler olmaya başlamış bir kılıç çeşididir. Sepet biçiminde şekillendirilmiş kabzasıyla ünlenmiştir. Standart bir Schiavona yaklaşık olarak 1 metre boyu ve 1 kg. ağırlığa sahiptir. Özellikle 17 yüzyıl Venedik ağır süvarileri bu kılıcı kullanmayı tercih etmiştir.)








Keris / Kris - Güneydoğu Asya

(Keris veya diğer adıyla Kris, Güneydoğu Asya kökenli bir kılıçtır. Endonezya, Maleyza, Singapur, Tayland, Brunei ve Filipinler gibi ülkelerde kullanımı yaygındır. Bilinilirliği milattan önce 3. yüzyıla değin götürülmektedir. Dalgalı yapısı ile estetik bir görünümü vardır. Estetik yapısının verdiği kullanım kolaylığı ve deliciliği Keris'in en mühim özelliklerindendir.)





     Piyade tüfek ve süngü kullanmasına rağmen 18. yüzyılın ortasında halen kılıç taşıyordu. Piyadeler tüfek ve kargıyı kullanmaya başladığı zaman Batı Avrupa süvarisi ata binilirken kullanılan kargının yerine piştovu kullanmaya başladı. Ama halen kılıç da kullanmaya devam ediyorlardı. 30 Yıl Savaşları'nın kahraman İsveç'li önderi Gustavus Adolphus, süvari birliklerinin piştovu minimum oranda kullanmalarını istemiş ve onun yerine düşmana kılıçla saldırmalarını desteklemiştir.



Rapier - İspanya

(16. Yüzyıl civarlarında İspanya'da kullanılmaya başlamıştır. O dönemde kılıç alanında yeni bir devri açtığı söylenebilir. Zira o döneme değin kullanımda olan ve kesici özellikleriyle ön plana çıkan büyük kılıçlar zırhların gelişmesiyle birlikte etkinliğini kaybetmeye başlamıştı. Ayrıca boyları ve ağırlıklarının kullanıcıları için bazı kullanım zorluklarını da beraberinde getirmesi Avrupa'da daha hafif, kullanımı kolay ve kesicilikten ziyade deliciği ve esnekliğiyle fark edecek bir kılıcın tezahürüne yol açtı. Yaklaşık 1 kg. ağırlığa ve 1 metre uzunluğa sahip bu kılıç 16. yüzyıl sonlarından itibaren Avrupa'da çabucak benimsendi. İnceliği, uçlarının sivriliği ve esneklikleri sayesinde ağır zırhlar üzerinde en ufak açıklardan bile içeri girip, hedeflerine zarar verebildikleri için diğer kılıçlar arasındaki müstesna yerini almıştır.)







Kukri - Nepal / Hindistan

(Köken olarak Nepal orijinli olsa da, Hindistan'ın milli simgelerinden biridir. Boyları 26 - 45 cm., ağırlıkları ise 450 - 900 gr. arasında değişmektedir. Bu yönleriyle kılıçtan ziyade "pala" kapsamına girerler. Ghurka efsanelerine göre kınından çıktığında kan akıtılması gerektiği ön görüldüğünden görüntüsü kadar anlamı da insanlar için korkutucu hale gelmiştir.)




Yatağan - Türk

(16. yüzyılda yaygınlaşan bir Türk kılıcıdır. Denizli'nin Yatağan köyünde yapıldığından ötürü, kılıcın da buranın ismiyle anıldığı düşünülmektedir. Bir rivayet ise, kuşağa sıkıştırılan yatağanın, yan durmasından ötürü bu ismi aldığıdır. Yatağanın en önemli özelliği sadece tek tarafının keskin olması ve aman diyen, teslim olan düşmana ve hayvanata yaşama şansı vermesidir.

Yatağan, pek çok doğu kılıcı gibi kavislidir, ancak (geleneksel kılıçların aksine) keskin ağzı içe gelecek biçimde, ters kavislidir. Çarpışma anında yüksek strese maruz kalan yatağanların ağızları çelikten, sırtları ise esneklik kazanması için demirden yapılırdı. Sapındaki kulaklar, bileği kavrayarak, içe doğru kavislenmesi nedeniyle savrulması zor olan yatağanın kullanımını kolaylaştırır. Bu kulaklar yüzünden, halk arasında "kulaklı" diye de bilinir. Genelde sapından sırtına doğru uzanan bir kemer, darbe anında kırılması muhtemel olan bu bölgeyi destekler. Yatağanların çoğu, sapında ve kabzasında işlemeler taşır. Kabzaya sedef kakma, inci ve değerli taşlarla süslemeler yapılır. Yanaklara ise ustanın adı, "Allah", "Muhammed", "Ali" gibi kakmalar yapılır, veya Kur'an'dan ayetler yazılırdı. Ancak kullanımının yaygınlaşmasıyla, siviller tarafından kullanılan oldukça basit yatağanlar da yapılmıştır.

Yatağan, görünüş itibariyle doğu esintileri taşısa da, kullanımı daha ziyade Romalıların "gladius"larına benzer. Zira, pala, şimşir gibi kılıçlar, darbe enerjisini bıçağa yayarak, kesme üzerine odaklanırken, düz kılıçlar daha çok enerjiyi kılıcın ucuna yakın odaklayarak, daha sert darbeler vurma eğilimindedir. Yatağanda ise, kılıcın ucu keskin kenar üzerine yatırılarak, uç kısımın açısı değiştirilmiş, kılıç daha çok baş-boyun bölgesine vurulması için geliştirilmiştir. Boyna inen sert bir darbe, bu bölgede zaten zayıf olan ortaçağ zırhlarından pek etkilenmeden hasmı öldürebilir. Avrupalılar bu kullanım tarzına istinaden, bir çift yatağana "kelle makası" demişlerdir.

Kısa bir kılıç olması dolayısıyla, hem sivil kullanımına uygun, hem de askerlerin yan silah olarak taşıyabileceği bir silahtı. Bir çok hançer ve kısa kılıca göre daha ölümcül olması da yatağana olan ilgiyi arttırdı. Yatağan, yeniçerilerin olduğu gibi, 18 ve 19. yüzyıllarda pek çok balkan ordusunun sembolüydü. Yeniçeriler, öncelikli kullandıkları tüfek ve kılıçların yanında, kuşaklarında birer yatağan da taşıyorlardı.

Siviller arasında da oldukça yaygın olan yatağan, Kullanımı hançerden daha zor olmasına ve ustalık gerektirmesine karşın, kulaklarının azameti ve şeklinin güzel olması dolayısıyla, oldukça popüler bir silahtı. Kavgalarda, açıkça üstün olan tarafın, zayıf olan tarafa yatağanın keskin ağzıyla değil de, sırtıyla müdahale etmesi bir görgü kuralıydı. [Wikipedia'nın "Yatağan" maddesinden gözden geçirilerek yapılmış bir alıntıdır.])






     Bugün kılıç yalnızca askeri birliklerde sembol olarak kullanılıyor. Bununla birlikte binlerce yıldır Roma öncesinden Amerikan İç Savaşı'na kadar kılıç savaştaki asıl silahtı. Kılıcı son kullananlar, kılıcı çok seven Japonlardı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Japon subayların kılıçlarıyla düşmana saldırdıklarına ve çok az bir kısmının tankların kenarına çıkabilip, hamle yaptığını gösteren belgeler mevcuttur.